31 Temmuz 2008 Perşembe

Bir hikaye

GÜNBATIMI, BLUES* VE FİLLER

* “bluuz” okunur. Müzik türü

Sergiev – Gelecek ay Türkiye’den gurubumuza iki yeni kişi katılacak. Ertan aslen matematikçi ama matematik eğitimi üzerinde uzmanlaşmış. Yunuslarda papağanlarda ve şempanzelerde sayı kavramının araştırılması projelerinde çalışmış. Benzer araştırmaları burada filler üzerinde sürdürecek. Birsen psikiyatrist. Şizofreni üzerinde hem teorik hem klinik çalışmaları var. Hayvanlar üzerinde bir çalışması yok. Klinik psikiyatride yaptığı çalışmalarda çok ileri vakalarda bile hastayla sınırlı da olsa iletişim kurma becerisiyle tanınıyor. Bu konuda dünyadaki sayılı isimlerden. Fillerde bazen kendini gösteren uzun süreli iletişim bozukluklarını anlamada bize yardımcı olmaya çalışacak.

Nasibu- Sen ne zaman ayrılıyorsun Aline?

Aline- Geliştirdiğimiz sembolik dille ilgili bilgileri aktarmam için Ertan ve Birsen’le en az 3 ay birlikte çalışmamız gerekiyor. Yapacakları çalışmalar açısından bu onlar için çok önemli. Gelecek dönemin ders programlarını hazırlamak için Ağustos sonunda mutlaka Belçika’da üniversitede olmak istiyorum.

Sergiev –Bu projedeki katkılarının önemini hepimizin ne kadar takdir ettiğini biliyorsun. Kalmanı çok isterdik . Gitmene üzüleceğiz. Umarım senin için en iyisi olur Aline.

Aline – Teşekkürler, ben de burayı çok seviyordum ama biliyorsunuz ya Pierre’in ya da benim, fedakarlık etmemiz gerekiyor. Ben Avrupa’da üniversitede çalışabilirim ama Pierre’in Brüksel’deki bakanlıktaki işine alternatif olarak burada yapabileceği bir şey yok. Şu anda Türkiye’nin Avrupaya katılım süreci gündemde. İşleri çok yoğun.

Nasibu– Fillerle iletişimde kullandığımız sembolik dilin daha da geliştirilmesi için Aline’in yerine yeni biri gelecek mi Sergiev?

Sergiev - Şimdilik hayır. Ertan’ın ve özellikle Birsenin çalışmalarına başlayabilmeleri için fillerle yeterli iletişim seviyesini yakaladık. Ama ilerde duruma göre karar vereceğiz. İhtiyaç duyulduğunda Birsen ve Ertan, Aline’in yöntemiyle kelime hazinesinin genişletilmesi çalışmalarını yapacaklar. Sanıyorum arada bir gerektiğinde Aline’den e-posta ile destek alarak bu işi götürürüz. Ne dersin Aline?

Aline – Bence de şu aşamada en iyi karar bu. Kadroyu fazla şişirmemekte yarar var. Pierre’in aldığı istihbarata göre Strasbourgtaki kısır görüşlü parlementerlerden bazılarından “Avrupa halkının paraları doğrudan pratik yarar getirmeyen araştırmalarda çarçur ediliyor” şeklinde çatlak sesler yükseliyor. Bazen ilk bakışta doğru izlenimi uyandırabilecek sözler nasıl da çıkarcı politikacılar tarafından seçmenlere şirin görünmek amacıyla kullanılıyor.

Bazı şeyler hiç değişmiyor galiba Sergiev ne dersin diye ekledi Aline gülümseyerek. Sergiev soruyu bir gülümsemeyle cevapladı.

20. yüzyılın sonuna kadar yapılan gözlemler, fillerin sorun çözme yeteneği , hafıza, gurup içi iletişim, duygusal zeka açısından çok gelişmiş varlıklar olduklarını gösteren birçok ipucunun birikmesini sağlamıştı. Ancak şempanze papağan yunus gibi türler üzerinde yapılmış birçok zeka, tür içi iletişim, insanlarla iletişim araştırmasına karşın, besleme, bakım, yer değişiminin zorluğu gibi daha çok pratik zorluklar nedeniyle filler üzerinde benzer araştırmalar çok az yapılmıştı.

Uzun yıllar Şempanzeler üzerinde çalışan Amerikalı bilimadamı Patrick 2010’da Tanzanyanın kuzeyinde Kenya sınırındaki Arusha milli parkı içindeki fil bakım/rehabilitasyon merkezinde fillerle iletişimi sağlayacak bir sembolik dil geliştirme çalışmalarına başlamıştı. O zamanki kadro 2 veteriner hekim ve 1 fil davranış uzmanı olmak üzere afrikalı 3 uzman ve diğer görevliler ve yardımcılarla birlikte 7 kişiden ibaretti. Çalışmalar hızla ilerlemiş bir yıl içinde o güne kadar şempanzelerde ulaşılan kelime hazinesinin iki katı kadar büyüklüğünde kelime hazinesine ulaşılmıştı. Fil davranışları üzerinde uzmanlaşmış kişiler için bu bir sürpriz değildi. Bunun üzerine daha soyut kavramları iletişime dahil etme çalışmaları için Belçikadan dilbilimci Aline 2011 de guruba katılmıştı. Guruba katıldığında 23 yaşındaydı ve doktorasını henuz tamamlamıştı. 2012 de Patrick bir kalp kriziyle hayatını kaybetmiş ve Aline dil konusundaki çalışmalara tek başına devam etmişti.

Bu arada beyin görüntüleme teknikleri, sinirsel aktivitenin hem beyin kabuğundaki konumunu hem de özellikle zaman içindeki değişimini daha yüksek çözünürlükle izleme imkanı verecek şekilde gelişmişti. Bu gelişmiş tekniklerle insan beyni üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda dışardan alınan görsel ve işitsel uyarılara bağlı olarak o algılama faaliyetiyle esas olarak ilgili olan beyin bölgesinin uzağındaki bölgelerde ancak yine de o faaliyetle bağlantılı, parazit eşiğinin biraz üzerinde, çok kısa bir süre içinde oluşup yok olan, ve bu nedenlerle daha önceki araştırmalarda gözlenememiş birçok aktivitenin oluştuğu gözlenmişti. Bu da insanda zihinsel süreçlerin doğası ve farklı bölgeler arasındaki bağlantıların bu süreçlerdeki rolü hakkında çok değerli ipuçları sağlamıştı

Bu gelişmenin doğal sonucu olarak yüksek zihinsel ve duygusal kapasiteye sahip olan fillerin beyin faaliyetlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için bu gelişen tekniklerin kullanılması gündeme gelmişti. Özellikle fillerdeki iri temporal lobların (şakak lobları) işlevi çok merak ediliyordu. 2013 yılında Ruslar ünlü nörolog Sergiev ve bir asistanını modern bir beyin görüntüleme cihazı ile merkeze gönderdiler. Patrick’in ilk gelişinden 4 yıl sonra merkez, Sergievin yönetiminde çeşitli ülkelerden ve çeşitli disiplinlerden profösöründen doktora öğrencisine 23 bilim insanın çalıştığı bir araştırma merkezine dönüşmüştü. Bu arada merkezde en uzun süre bulunan 24 yaşındaki fil Joe’nun kelime hazinesi 2300 kelimeye ulaşmıştı.

Bütün bu gelişmeler olurken fillerin sayısı 2010 a kadar azalmaya devam etmişti . Ancak sonra alınan koruma önlemleri sayesinde 2010 dan sonra sayıları tekrar artmaya başlamış ve nesillerinin devamı için gerekli kritik sayının oldukça üzerine çıkmıştı. Nesillerinin tükenme tehlikesi atlatılmış görülüyordu, tabii öldürücü ve öngörülemeyecek derecede hızlı ilerleyen bir salgın hastalık çıkmadıkça.

Ertan ve Birsen 5 Mart 2015 te araştırma merkezine ulaştılar.

Ertan matematik öğrenimi görmüş, doktorası sırasında insan zihninin soyut kavramları nasıl kavradığı gibi konulara merak sarmış ve daha sonra değişik ülkelerde hayvanlarda sayı kavramı ve matematik becerileri ile ilgili araştırmalara katılmıştı. Sempanze ve Papağanların 10 a 15 e kadar olan sayıları tanıyabildikleri görülmüştü. Hayvanlar üzerinde yapılan bu çalışmalar beklenmedik alanda meyvasını vermiş ve 40 yaşındayken bir matematik eğitimcisi ile birlikte çocuklara matematik öğretimi konusunda bir kitap yazmıştı. Sergiev geçen yıl Eylülde kendisiyle irtibat kurup merkezde birlikte çalışma önerdiğinde Ertan 42 yaşına girmek üzereydi.

Geldikleri akşam Ertan ve Birsen için bir hoşgeldiniz partisi verildi. Daha sonraki günlerde Aline, Birsen’e ve Ertan’a çalışmalarında ihtiyaç duyacakları sembolik dili öğretmeye başladı.

Aline - Bu Patrick’in başlangıçta geliştirdiği klavye. Artık kullanmıyoruz. Şempanzelerde kullanılana benziyor. Her kavram klavye deki bir sembol tarafından temsil ediliyor. Mesela şu ağaç demek. Şu elma. Şu da Patrick demek. Ancak kısa sürede görüntüleri ayırdetme yeteneneklerini farkedince semboller yerine doğrudan ingilizce kelimeleri kullanmaya başladık. Bunu yalnızca bizim için kolaylık olsun diye yaptık. Onlar yine kelimeyi bir bütün olarak tek bir sembol gibi algılıyorlar. Bizim bildiğimiz anlamda harflerle sesleri eşleştirmiyorlar. Buna ihtiyaçları yok çünkü yazmak zorunda değiller. Kelimeyi dokunmatik ekrandan seçiyorlar.

Birsen:
- Bir şey merak ettim Aline. Ekrandaki kelimeler yalnızca 3 cm büyüklüğünde harflerle yazılmış. Bir fil o koca hortumuyla ekranda birkaç santimlik hassasiyetle nasıl doğru noktaya dokunabiliyor?

Aline- Fillerin hortumu çok muhteşem bir organ Birsen. Hareketi kontrol eden 100 binin üzerinde kas var. Şu hortumun ucundaki çıkıntı bir parmak kadar hassasdır ve bununla tek bir fıstığı bile alabilirler. Ayrıca buradaki kelimelerin tümünü sesli olarak da anlıyorlar. Ancak tabii bizim gibi sesler çıkaramadıkları için cevaplarını ekrandan işaret ederek seçiyorlar. Mesela “ben üzgün” dediğinizde sizi anlar ama kendisi üzgünse bunu bize anlatmak için ekrandan kelimeleri seçer.

Ertan - Bir dakika Aline, Elma, ağaç vs. gibi somut kavramlar tamam ama üzüntü gibi nispeten soyut bir kavramın doğru kullanımından nasıl emin olabiliyoruz. Ne biz filin ne hissettiğini gerçekten bilebiliriz ne de fil bizim ne hissettiğimizi. Fil “ben üzgün” dediğinde nasıl emin olabiliyoruz üzüntü kelimesine bizim yüklediğimiz anlamı yüklediğini. Ukalalık gibi olmasın ama burada başka bir türe yönelik araştırmada, araştırmanın objektifliğini tehlikeye atabilecek antropomorfik bir projeksiyonun izlerini seziyorum.

Aline- Peki sana bir soru Ertan. Biz insanlar konuşurken öznel bir deneyimi tarif eden aynı kelimeye az çok aynı anlamı yüklediğimizden nasıl emin olabiliyoruz? Biz de birbirimizin zihnini okuyamıyoruz. Kendi alanında yaptığın çalışmaları düşün. Mesela 3 de aslında soyut bir kavram. Tüm nesnelerden bağımsız bir 3 kavramını nasıl ediniyoruz ?

-Sanırım anlıyorum dedi Ertan birsüre durduktan sonra.

Birsen söze girdi.

-Ben kendi hesabıma insanla ilgili olarak konuşabilirim. Okul öncesi çağda çocuklar kelimelerin anlamlarını sözlük tanımları ile değil ebeveyn tarafından hangi durumlarda kullanıldıklarını izleyerek öğrenirler.
Bir çocuk ebeveynlerinin zihinlerinin içine girmediği halde annesinden babasından duyduğu üzüntü kavramının kendi içinde hissettiği o duygunun adı olduğunu nasıl öğrenir? Anne baba üzüntü kelimesini çok değişik bağlamlarda kullanır. Mesela anneanne öldüğünde çocuk bunu duyar ve belki önce üzüntüyü yanlışlıkla ölümle eşleştirir sonra, kiralık ev ararken konforlu ve kirası uygun evin son anda başkası tarafından kiralanması ile ilgili ebeveynlerin yaptıkları sohbette aynı kelimeyi yeniden duyar. Zamanla örnekler çoğaldıkça bunun bütün bu durumlarda ortaya çıkan ortak duygunun adı olduğunu kavramaya başlar.

Aline- Evet aynen öyle Birsen. Birbirinden çok farklı durumlar, nesneler arasında ortak olan bir özelliğin farkedilmesidir soyutlama işlemi. Bu farklı durumları bir nevi kabuk, ve bu çeşitli durumlarda varlığını sezdiğimiz bu ortak özelliği de bir anlamda öz gibi düşünürsek soyutlama işlemi kelime anlamıyla tam da bu kabuğun soyulması ve içindeki özün açığa çıkarılması anlamına gelir. Kavramların oluşma mekanizması budur. Biz de burada tamamen aynı yöntemi kullanıyoruz.

Ertan- Evet mesela üç kavramının çocuğun zihninde nesnelerden bağımsız soyut bir kavrama dönüşmesi de aynı şekilde oluyor. Çocuk bir yetişkinden üç elma, üç çatal vs sözlerini duyduğunda, ortada elmaların ve çatalların tüm fiziksel özelliklerinden bağımsız bir ortak özelliği farkediyor ve “üç” kavramının ne olduğunu anlıyor.

Aline önce Ertan’a ve Birsen’e geliştirilen dil ile ilgili temel bilgileri aktardı, daha sonra da bazen Ertan’la bazen de Birsen’le birebir çalışmaya başladı. Fil 3m x 2m boyutlarında dokunmatik ekrandan hortumunun ucunda tuttuğu bir plastik nesneyle kelimeleri seçiyordu. İlk aydan sonra Ertan yavaş yavaş sayılarla ilgili çalışmalara geçti. Başlangıçta kullandığı sayılar küçük olduğu için rakamı tasvir eden bir sembol veya sözcük kullanmayı düşünmüyordu. Hangi sayı temsil edilecekse ekranda o kadar adet küçük içi dolu daireden oluşan bir küme göstererek çalışıyordu. Fil de sorunun cevabını vermek için istediği kadar kere ekrana tıklıyor ve her tıklayışında ilave bir daire beliriyordu. Bu aşamaya kadar Aline’in kullandığı dile pek az ihtiyaç olmuştu. Yalnızca toplama işlemini tanımlayacak sembolü öğretmişlerdi. Daha sonra birlikte romen rakam sistemine benzer bir sistem geliştirdiler. Bu o zamana kadar şempanzelerde ulaşılanın çok ötesindeydi.

Aline onu bazen sessizce izliyor bazen de önerilerde bulunuyordu. Bazen de açılan bir konu, dil ile düşünme arasındaki ilişki hakkında genel çerçeveli bir tartışmayı tetikleyebiliyordu. Bazen de Aline Ertan’a matematikle ilgili şeyler soruyordu. Bir süre sonra sohbetin akışına kapılarak konudan ne kadar uzaklaşmış olduklarını farkedip tekrar çalışmaya geri dönüyorlardı. Aline’in kıvrak zekası ve geniş genel kültürüne rağmen sahip olduğu samimi alçakgönüllülük ve insani sıcaklık Ertan’ı etkilemişti. Bir de buna güzel yüzü ve tatlı gülümsemesi eklenince Ertan’ın içinde duygu tomurcukları açmaya başlamışt.

Yoğun bir çalışma günü akşamı Ertan Aline’e sordu:

- Aslında bu dilin geliştirme işlemi ile ilgili yapacak o kadar çok iş var ki. Bu gidişle 10 yıl sonra içlerinden belki bir Shakespeare bile çıkar. Neden çalışmaları bu aşamada bırakıp Brüksele dönüyorsun Aline?

- Projeye ayrılan kaynaklar kısıtlanır da ayrılmak zorunda kalırsam, üniversitede iş fırsatını bir daha yakalayamayabilirim. Bir dilbilimci olarak çalışmak için akademik kurumlar ve araştırma kurumları dışında fazla seçeneğim yok. Ayrıca biraz da şehir yaşamını özlemedim dersem yalan olur. Bahar ve yaz günlerinde sokak kafelerini, sokak orkestralarını. birkaç katlı kitapçı dükkanlarını, tiyatro sinema konser ve, -durakladı ve kimse olmamasına rağmen hafifçe sesini alçaltarak ve gülümseyerek ekledi- ve biraz da ayakkabı çanta hediyelik eşya dükkanlarında alışverişi. Bunları özledim biraz. Bir de -tekrar durakladı ve tekrar ciddileşti- Ağustosta evleniyorum Ertan.

-Anlıyorum

Ertan yüzünden geçen hüzün dalgasını ümitsizce Aline’den gizlemeye çalıştı.

Ertan’ın çalışmaları tahmininden hızlı ilerliyordu. Aline’in ayrılmasına 1 ay kala Ertan çarpma işlemine geçmeye karar verdi. Aslında Joe’nun mesela üçer üçer sayabilmesi çarpma kavramı için gerekli zihinsel alt yapının olduğunu gösteriyordu ancak yine de mesela 5 kavramını hem nesnenin kendisine (mesela 5 adet daire) hem de o nesnelerin oluşturduğu kümeye (mesela herbiri 4 daireden oluşan 5 adet küme) uygulayabilmek ve 5 sayısına dair kavramı her iki durumda da farkedebilmek için yüksek bir soyutlama yetisi gerekiyordu. Ancak Joe bunu hızla kavradı. Basit çarpma ve toplama işlemlerinden sonra Ertan genel yetenek testlerinde sıkça kullanılan sayı dizileri üzerinde çalışmaya başladı. Dizinin ilk birkaç elemanı verildikten sonra birsonraki elemanı bulması isteniyordu. İlerleme hızı beklediğinin ötesindeydi.

Aline’in merkezden ayrılmasından iki gün önce Klimanjaro’dan günbatımını seyretmek üzere dağın batı yamacına bir gezi düzenlendi. Klimanjaro yaklaşık 60 km uzaklıktaydı ve güzel havalarda araştırma merkezinin bulunduğu yerden görülebiliyordu. Öğleden sonra dörtte dağa vardılar. Yürüyüşler ve molalardan sonra günbatımına iki saat kala dağın batı yamacındaki bir düzlükte dönüş öncesi son molalarını verdiler.

Ertanla Aline küçük bir kayanın üzerine yanyana oturmuşlardı. Aline’in dilbilimci olması nedeniyle söz yine dillerin tarihinden açılmış, dil aileleri arasındaki bazı yapısal farklılıkların muhtemel kökenleri üzerinden devam edip batan güneşin güzelliğinin de etkisiyle güzelliğin, sanatın doğası na kadar uzanmıştı. Güneş ufka yaklaştığında susup bir süre sessizce manzarayı seyrettiler.

-Biliyormusun Aline, dedi Ertan gözünü güneşten ayırmadan. Ben Günbatımını iki açıdan blues’a benzetiyorum. Birincisi, her ikisinin de hüzünlü bir güzelliği var. İkincisi ise şu : Blues’un ana duygusunu veren, özünü oluşturan, tüm parçalarda ortak olan belirli bir ses dizisi vardır. Dolaysıyla birçok farklı blues parçasının melodisi birbirine çok benzer. Onları birbirinden ufak farklar ayırır. Ama yine de bu ufak farklar hepsinde ayrı bir tadın oluşmasını sağlar. Günbatımı manzarasının da bizi etkileyen ana öğeleri dünyanın her yerinde aynıdır. Güneşin şekli, rengi, gökyüzünün rengi gibi, ama yine de bulutların şekilleri vs. gibi manzaradaki ufak farklar, her gün batımını birbirinden farklı kılar ve her birinden farklı bir tad almamızı sağlar.

Aline yüzünü Ertan’a dönerek gülümsedi. Ertan Aline’in yüzünü kendisine çevirdiğini hissedince o da Aline’e baktı. Batan güneşin kızıllığı Aline’in gülümseyen güzel yüzüne vurmuştu. Birkaç tel saçı çıkan hafif rüzgarda titredi. Şu ana kadar bestelenmiş hiçbir blues’un o anın güzelliğini ve hissettiği hüznünün derinliğini tasvir edemeyeceğini düşündü.

Dönüş yolunda bir ara Birsen Ertan’ın yanına yanaşıp kaşlarını muzipçe çatarak sordu:

-Hayrola derin mevzulara daldınız Aline’le. Güneşler doğdu güneşler battı ama siz pek farkında değildiniz. Neler konuştunuz o kadar bakayım?.

Birsen bunu gurupla aralarındaki uzaklığın açıldığı sırada alçak sesle ve Türkçe olarak sormuştu. Sergiev gurup halindeyken ortak dil olan ingilizce konuşulmasını istediğinden aynı ülkeden olanların aralarında kendi dillerinde konuşmalarını hoş karşılamıyordu.

-Avrupa Birliğine giriş için lobi faaliyetleri yapıyordum, biliyorsun müstakbel eşi bakanlıkta dedi Ertan gülümseyerek.

-Öyle mi ? Ben de inandım

dedi Birsen gülümseyerek.

Ertan gece rüyasında bir çocuk olduğunu gördü. Bayram yerindeydi çok sevdiği balonu uçmuştu. İçi acıyla dolmuş olarak arkasından bakıyordu. Birçok balon vardı ama herbirinin deseni farklıydı. Kaçan o balon onun balonuydu ve bir eşi yoktu (1). Uyandığında rüyasında ağlayıp ağlamadığını hatırlayamadı. Belki de ağlamış olsa iyi gelecekti

Ertesi akşam Aline için bir veda partisi düzenlediler.

Tanzanyalı Nasibu gitarla Zanzibar adasından birkaç tar’ab türü parça çalıp söyledi. Zanzibar adası uzun yıllar Arap tüccarların da etkisi altında kalmış olduğundan müzik Arap ve Afrika müziğinin bir karışımıydı ve insanın doğrudan ruhuna işleyen bir tatlılığı vardı.

Ertan gelirken Türkiye’den yan flütünü getirmişti. İstek üzerine odasına gidip flütü aldı.

Önce misket oyun havası çaldı. Birsen oynamaya başladı. Diğerleri tempo tutmaya başladılar. Birsen Aline’i kaldırmak istedi. Kaldırırken Ertan’a gözkırptı. Ertan gülümsedi. Aline önce nazlandı sonra biraz Birsen’i taklit ederek oynamaya çalıştı:

Misketten sonra, gençliğinde Chet Baker’ın hüzünlü sesi ve hüzünlü trompetinden dinlediği, sözleri Irving Berlin’e ait olan en güzel aşk şarkılarından birini çaldı(2)

Bilsen ne kadar seviyorum seni
İnan söyleyeceklerim yalan değil

Okyanus ne kadar derin ?
Gökyüzü ne kadar yüksek?

Günde kaç kere düşünüyorum seni?
Kaç tane güle serpilmiştir çiğ damlaları

Ne kadar uzağa giderdim görebilmek için seni?
Ne kadar uzaktadır buradan gökteki yıldızlar ?

Ve ne kadar ağlardım kimbilir
Eğer birgün kaybedersem seni

Okyanus ne kadar derin ?
Gökyüzü ne kadar yüksek?

Ama tabii parçayı flütle çaldığı için sözlerini söyleyememişti. Acaba Aline parçayı biliyor muydu?

Günbatımına ve blues’a diyerek kadehini kaldırdı Aline .

Okyanusların derinliğine ve göklerin yüksekliğine diye kadeh kaldırdı Ertan .

Ve çiğ damlaları serpilmiş güllere ve uzaktaki yıldızlara dedi Aline, Ertan’ın gözünün içine gülümseyerek. Demek parçanın sözlerini biliyordu.

Bunu söylerken Aline in gözlerinin içi hafifçe nemlenmişmiydi yoksa uzun yıllar sonra, hayatının sonbaharına yaklaşmaktayken tam yakalamak üzere olduğunu hissettiği kaçıp giden aşkın acısını hisseden yüreğim hiç olmazsa bu acıyı paylaşarak teselli bulmak arzusu ile mi öyle görmek istiyor diye düşündü Ertan.

Ertesi gün öğleden sonra Aline tüm kamptakilerle vedalaştı. Nasibu onu ciple havaalanına götürdü. Cip uzaklaşırken Birsen “acını anlıyorum, gel hadi üzme kendini” anlamına gelen bir yüz ifadesi ile hafifçe Ertan’ın kolunu tutmuştu. Ondaki bu güçlü empati mesleğinden mi kaynaklanıyordu yoksa doğal empati yeteneği nedeniyle mi başarılı bir psikiyatrist olmuştu diye düşündü Ertan. Yoksa o farkında değildi de Aline’e sırılsıklam aşık olduğu yalnız Birsen değil herkes tarafından kolayca anlaşılıyor muydu?

İlerleyen günlerde Birsenle iyi arkadaş olmuşlardı. Birsen iyi kalpli sevecen ve dost bir insandı. Onunla sohbet insanı rahatlatıyordu.

Bu aşamadan sonra Ertan’ın önce planı gereği bölme işlemlerine başlaması gerekiyordu ama bu güne kadar yapılan çalışmalardaki ilerlemenin olağanüstü hızının da kışkırtmasıyla sabırsızlığına yenildi ve arada bir hayallerini süsleyen ama başarı ihtimalini çok küçük gördüğü çalışmayı yapmaya karar verdi.

Ama buna fırsatı olmadı.

Ertesi gün filin hafif bir rahatsızlığı başlamış, ishal olmuştu. Bir sonraki gün durumu daha da kötüleşti. Tam da sonuca ulaşacakken aksiliğe bak diye düşündü içinden. Hayvan acı çekiyor ben araştırmamı düşünüyorum diye düşündü sonra. Filin yanına uğradı.

-Ne oldu sana dostum .
-Ben üzgün .
-neden ?
-Aline gitti. Ertan üzgün.

Ertan şaşkınlıktan birkaç saniye dondu kaldı.

Bir taraftan başka türden bir canlının onun için hasta olacak kadar üzülebilmesinin onda yarattığı duygunun yoğunluğunu yaşarken bir taraftan da analitik tarafıyla durumu anlamaya çalışıyordu .

-Yüz ifadesinden mi anlıyor duyguları?
-Üzüntünün insanda hangi yüz ifadesiyle bağlantılı olduğunu nasıl biliyor? Aline’in yaptığı çalışmalar sırasında mı edindi bu bilgiyi?
-Şu anda diğer insanlar tarafından farkedilecek kadar bir üzüntü ifadesi var mı yüzümde.
-Yoksa insanların sandığından çok daha ufak değişiklikleri mi algılıyorlar


-Ertan üzgün değil.
Ve ekledi
-Ertan seviyor Birsen. Birsen iyi.

Bunu yalnızca fili teselli etmek, üzgün olmadığına mantıklı ikna edici bir açıklama getirmek için mi yaptı yoksa içinden mi geldi diye düşündü bir an.

Joe birsüre durduktan sonra ekrandan kelimeleri seçti.
-Joe üzgün değil

Önce rahatladı sonra bir an için “yoksa ben üzülmeyeyim diye mi söylüyor” diye düşünmekten kendini alamadı. O anda birşeyin onu çok rahatsız ettiğini hissetti. Öğleden sonra 5 çayı molasında kafasına takılan bu konuyu Sergiev’e açtı.

-Bu hayvanlar bu kadar duyarlılarsa acaba biz bilmeden onlara kötülük mü yapıyoruz Sergiev? Bu çalışmalarla onu olması gerektiğinden çok daha hassas, ölene kadar bize ruhen bağımlı bir zavallıya mı dönüştürüyoruz? Yoksa Birsen’e bunun için mi ihtiyaç oldu? Yaptığımız iş beni rahatsız etmeye başladı. Bu hayvanları zorla olduklarından farklı bir şeye mi dönüştürmeye çalışıyoruz.

-Önce şunu söyleyeyim Ertan. Birsen’in üzerinde çalıştığı içine kapanma şeklindeki iletişim bozukluğu doğal ortamda yaşayan fillerin kendi aralarında da zaman zaman görülüyor. Hassaslıkları da bizden kaynaklanmıyor. Ölümün arkasından toplu yas tutma benzeri davranışları yıllardır biliniyor.

-Ama yine de yaptığımız bu çalışmalarda filler açısından doğal olmayan birşeyler yok mu sence? Gerek kendi aralarındaki tür içi etkileşim gerekse doğal çevreleriyle etkileşme sonucunda bu tür yeteneklere ihtiyaç duymadılarsa, bizim aslında onların doğasında olmayan bir şeyi onların zihnine yerleştirmeye çalışmamız doğru mu ?

-Öncelikle biliyorsun ki biz onları hiçbir şekilde zorlamıyoruz. İstedikleri zaman iletişimi kesmekte özgürler. Ama öyle görünüyor ki bu çalışma onlara da ilginç geliyor. Doğallık konusuna gelince: Doğa bazen bir problemi çözerken başta öngörülmeyen yeni potansiyeller ortaya çıkarabilir Taş devri insanının beyni yalnızca değişen şartlarda hayatta kalma mücadelesinde ona avantaj sağlamak üzere gelişmişti. Ama ortaya çıkan zihinsel potansiyel bu ihtiyacı karşılayabilmek için gerekli olanın çok ötesindeydi. Felsefe sanat bilim edebiyat gibi duygu ve düşünce zenginliğimizin ürünleri hala o zaman oluşan bu zihinsel potansiyeli kullanmakta. Homo sapiens sapiensin ortaya çıktığı yaklaşık 300 bin yıl öncesinden bugüne kadar önemli bir genetik değişiklik geçirmedik. Yani 200 bin yıl önce taş devrinde doğmuş olan bir insan bebeği doğduğu andan itibaren bugünkü kültürel ortam içinde yetişmiş olsaydı bir Einstein veya bir Shakespare olmaması için bir sebep olmazdı. İşte Filler de böyle çok büyük bir zihinsel potansiyele sahip olmalarına karşın bugün için kendi “taş devirlerinde” yaşıyor olabilirler. Mesela beyinlerinin oldukça büyük bir kısmını 100 bin farklı kastan oluşan hortumlarını kontrol etmek için harcıyorlar. Ama aynı bizde olduğu gibi, pratik yaşamla ilgili yararı artırmaya yönelik evrimsel gelişme, beraberinde pekala yüksek nitelikli zihinsel etkinlikleri müsait kılacak bir potansiyelin oluşumuna yol açmış olabilir. Bizlerde çevreyle etkileşim ve tür içi iletişimin gelişmesi bu potansiyelin kültürel gelişme şeklinde meyvalar vermesini sağladı. Biyolojik evrim önüne çıkan engellerin etrafından dolaşmak için çeşitli kollara ayrılan bir akarsu gibidir. Hiçbir noktadaki kıvrım veya dallanma diğerine benzemez. Birtakım şartlar bizlerde bu kültürel gelişmeyi tetikledi. Ama başka bir takım şartlar, belki bedenlerinin büyüklüğü, belki hayatta kalmayla ilgili bize göre daha farklı önceliklerinin olması, belki avcı olmamaları vs. gibi nedenler yüzünden benzer zihinsel potansiyel aslında fillerde de olduğu halde bu potansiyelin bizdeki gibi ileri derecede kullanımı yönünde bir gelişme tetiklenmemiş olabilir. İşin gerçeği fillerde bu potansiyelin yüksek olma ihtimaline ait ipuçları 2009 yıllarından itibaren ortaya çıkmaya başladı. Yirminci yüzyıl sonuna kadar daha büyük bir bedenin kontrolü için daha büyük bir beyin gerektiğinden, beyinlerin mutlak büyüklüklerinden çok vücut ağırlığına oranlarının önemli bir gösterge olduğu ve fillerin beyin kapasitelerinin çok büyük bir kısmını hortumu hassas bir şekilde kullanmaya harcadıkları düşünülüyordu. Ancak daha sonra nörolojideki ilerlemeler mutlak büyüklüğün de ilave atıl potansiyel yaratmada sanıldığından çok daha önemli rol oynayabileceği tezini güçlendirmeye başlamıştı. Fillerin yaklaşık 4,5 –5 kg olan beyni de bu nedenle daha o zaman ilgileri üzerine çekmeye başlamıştı. Belki diyeceksin ki “İyi ama bizdeki kültürel ilerleme aynı türün bireyleri arasındaki bir etkileşimin sonucu en azından. Oysa burada bir türün diğerinin içinde olan potansiyeli kurcalaması sözkonusu”. İyi ama iki tür arasındaki işbirliği şeklindeki etkileşim doğal olmayan bir şey değil ki Ertan. Doğada zaman içinde gelişmiş pek çok ortakyaşam (3) örneği var. Şimdi bizim etkimizle başlayacak olan bu gelişme sonucunda, belki de onlarla birlikte çok ilerilere gidebileceğizr. Bu olasılığı onların geleceğinden çalmak acaba doğru bir şey mi? Ayrıca bir şey daha var. Bu olasılık varsa mutlaka kötü niyetli insanlar/guruplar da bundan faydalanmanın peşinde koşacaklardır. Erdemli insanlar kötüye kullanılma riski olan konularda protestocu tavır almak yerine olayları sahiplenerek ve içinde olarak kontrol etmeye çalışmalıdırlar diye düşünmüşümdür hep. Inan bana arkadaşım bu konularda ben de senin kadar hassasım. Böyle bir duruma engel olmak için elimden geleni yaparım ve bu yönde bir baskıya da boyun eğmem. Maalesef risk almadan hiçbir şeyi gerçekleştirmek mümkün değil.

-Bilemiyorum Sergiev. Belki de haklısın. Ama yine de şüphelerim tam dağılmış değil. Bu konuda kendi başıma düşünmem lazım biraz.

Ertesi gün Joe büyük oranda iyileşmişti. Ertan ister istemez bu iyileşmede fille aralarında geçen diyalogun etkisi olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu.

Bir gün daha beklediler.

Br gün sonra Ertan tekrar Joe ile sayı dizileri üzerinde çalışmaya başladı.
Ertan birkaç sayı veriyor sonra Joe dan bir sonraki sayıyı istiyordu. Ertan Joe ya yöntemi hatırlatmak amacıyla birkaç birkaç basit sayı dizisiyle teste başladı. Joe bunları başarıyla tamamladıktan sonra 10 sayıdan oluşan bir dizi vererek bir sonraki sayıyı istedi.

- 2 3 5 7 11 13 17 19 21 23

Joe bugüne kadarki sayı testlerinde olduğundan biraz daha uzun süre bekledi.

- 29

Ertan’ın kalbi duracak gibiydi. Ama emin olmak istiyordu. Bir sonraki sayıyı istedi.

- 31

İşin ilginç tarafı Joe 29 daki kadar beklememişti. Ve Ertan istedikçe Joe devam etti.

- 37, 41, 43, 47, 53, 59, 61, 67 ..

Asal sayılar(4) ekranda birbiri ardına beliriyordu. İçinden yükselen heyecan dalgasının şiddetinden bir an için Ertan’a kulakları patlayacakmış gibi geldi.

Filin iri gözlerine baktı, o gözlerin arkasında çok derin ve gizemli bir dünya vardı. Insanlık onyıllar boyu uzaydan gelen sinyallerde zeka pırıltısı arayıp durmuştu(5) . Oysa aradığı şey yanıbaşındaydı. Dünya artık eskisi gibi olmayacak diye düşündü. İlerde belki de filleri anlamak için değil onlardan bir ihtimal birşeyler öğrenmek için araştırma yapacağız. Belki birgün bir insan genci bir fil profesorün yanında felsefe veya matematik doktorası yapacak. Belki zor problemlerin çözümünde bize yardımcı olacaklar. Biz fizik deneylerimizi ve mevcut teorilerimiz aktaracağız. Belki teorilerimizi nasıl geliştirebileceğimiz konusunda bize yol gösterecekler veya yeni deneyler önerecekler. Kimbilir belki birgün yıldızlara onlar sayesinde gidebileceğiz. Belki o kadar ileri gidecekler ki geliştirdikleri birtakım kavramları anlamaktan bile aciz kalacağız.

Sergiev haklı olabilir diye düşündü. Muhtemelen gezegenin tarihindeki en ilginç ortakyaşamlardan biri başlayacaktı. Bu başarıda çok büyük bir payı olan bir meslekdaşa bir arkadaşa bu müjdeyi vermek ve bu sevinci paylaşmak için Aline’e gelişmeleri özetleyen kısa bir e-mail attı.

Notlar:

1) Şair Orhan Veli’yi burada sevgiyle anıyorum.

RÜYA
Annemi ölmüş gördüm rüyamda.
Ağlayarak uyanışım
Hatırlattı bana, bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp
Ağlayışımı.
Orhan VELİ

2) Şiirin ingilizce aslı (Hikayede geçen çeviride şiirselliğin kaybolmaması için ufak değişiklikler yapıldı)

How much do I love you?
I'll tell you no lie
How deep is the ocean?
How high is the sky?
How many times in a day
Do I think of you?
How many roses are
Sprinkled with dew?

How far would I travel
Just to be where you are?
How far is the journey
From here to a star?
And if I ever lost you
How much would I cry?
How deep is the ocean?
How high is the sky?

Irving BERLIN

3) Symbiosis

4) Yalnızca kendisine ve 1’ e tam olarak bölünebilen sayılar. Carl Sagan, öncüsü olduğu Seti projesinde yıldızlardan gelen sinyallerde zekanın işareti olarak asal sayıların aranmasını önermişti.

5) Seti projesi